Bir Soru Bir Cevap

İsmail Karakurt’la…

Konuşturan: Cahid Efgan Akgül,

6 ‎Kasım ‎2019 ‎Çarşamba, ‏‎18:10

Doğanın şarkısı, insanın yazgısıyla el ele şiirlerinizde. Neden bunca ağaç konuşması, yüreğimiz neden bir orman?

Sorunuza basit cevap vereyim. Doğanın şarkısı, insanın yazgısıyla şiirlerimde el ele olduğu doğru. Bu şarkı, bu dil, bu yazgı beni bana gösteren, beni ifade eden yolları meydana getirme sebebimdir. Tabiatla aramda hiç mesafe olmadı. İbn-i Haldun’un o meşhur “Coğrafya kaderdir” sözünü artık bilmeyenimiz yoktur. Bozkır bir coğrafya ve bu coğrafya benim kaderimdir. Tabiatın ortasında doğmuş, büyümüş ilkokul son sınıfa kadar, eğer 70’lerin ikinci yarısındaki Yozgat’a şehir denirse, hiç şehir görmemiş birisiyim. Derdim burada köylülük yapmak filan da değil beni ben yapan kökümü belirtmek istiyorum. Anlayacağınız şehirli değilim tabiatın içinden, Yozgatlı, Yozgat’ın bir köyünden. Köyde, evimizin önündeki bahçede, köyün yakınında, kırlarda, çayırlarda, tarlalarda serbestçe oynayarak büyüdüm ben. Yemlikler, çiğdemler topladım. Hayvanları otlattım. Çocukluğum mutlu geçti. Kırlarda dolaşmayı severdim, bahçelerde olmayı. Beton ve naylonun hayatımızda yer almadığı, şehirlerin büyüsünü kaybetmediği, daha şiirin ne olduğunu bilmediğim zamanlarda, kırların sonsuzluğunu seyrettim bir çocuk hayretiyle; metafiziğini, gerilimini, dinginliğini, sesini, ulumasını dinledim. Böyle anlarda ruhun ucu bucağı olmuyor. Seyir halinde gelişti yaban çiçekleriyle ve ağaçlarla dostluğum; ağaçların, arpaların, buğdayların, hardalların ve birçok yaban çiçeğiyle muhabbetim oldu. Ovaya yazıya gitmeden, tabiata açılmadan, tabiatla konuşmadan duramadım. Tabiatla konuşamayan, onunla dostluk edemeyen insan kendisiyle konuşamaz. Kendisiyle konuşamayan içindeki şiirini susturmuş, demektir. Oysa bana bu konuşmalar benim önüme bir coğrafya, bir çığır açtı. Çok sonradan anladım ki meğer bunlar zaten şiirmiş. Ruhta gerçekleşen fırtına, kaburgalarımda hissettiğim ağrı, gönül ritmini titreten sesin şiire dönüşmesini sağladı Çiçekli Yazma’da.

Kışın beyaz, ilkyazda yeşil, yazın sarı, güzün ise kahverengidir daha çok çocukluğumun geçtiği coğrafya. Kaç mevsim, kaç yıl aydınlık yaz günü ya da kar ışıltısında gözlerimi zor açarak bir öğle saati yahut ikindi gölgesinde duru göğü seyrettim. Gök duru, yoğun bir sıcakta yahut soğukta kuşla takla atacak havayı süzdüm. Böyle gözlem anlarında ışık ve ses havada donup kalıyor. Buğday tarlalarının arasında yürüdüm, ılık rüzgârlar yüzümü yaladı. Otları, iğde çiçeklerini andıran kurumuş hardal çiçeklerini inceledim; sütleğenleri, devedikenlerini, çıtlıkları… Çok güneş gördüm, çok fırtınasını karlı havaların, çok sesi takip ettim. Çocukça bir şevkle havadaki sesi yakalamaya çalıştım. Gözlerimi kapattım, dünyanın en güzel müziği başakların hışırtısından geliyor biliyor musunuz? Bu sesi defalarca dinledim. Her dinleyişimde bir incelik, sabır kattı bana. Bu, benim çocukluktan oyunum. Başka bir oyunum daha var. O da ağaçların, otların yapraklarıydı. Bunların bir açılımı olmalı diyerek koparıp biçimlerine, renklerine kendimce anlam yüklemeye çalışırdım. Bunu bir oyun olarak devam ettirirdim. Bu oyunun parçalarından içime doğru doğanlar sanırım şiirdi. 

Tabiat beni kuşatmış bir yazgıyla, içsel olarak beni benden olmayanların yaralamasından korumuş ya da iyileştirmiş, bir fotoğrafın içine almış beni ve ben hala o fotoğrafın içindeyim, o da en içimde. İçinde olduğum o kocaman fotoğrafa saygısızlık yapamam, yapamazdım. Kendimi bildim bileli hep borçlu hissederim, böyle bir duruşum var tabiat karşısında. Tabiat, büyük bir nimettir, böyle inandım, böyle gördüm, böyle terbiye aldım. İçinde yaşamanın, yaşanmışlığın bir gereği olarak seyrime, bakışıma, yürüyüşüme, konuşmama, şiirime kattım onu; ruhunu, içindekilerin sesini. Bundandır ağaç konuşmaları çocukluktan gelen bir sevda kıvamında. Ağaç cümlesiyle kökü, dalı, budağı, çiçeği ve meyvesiyle bendedir, içimde dışımda. Hani Sabahattin Kudret Aksal’ın dediği gibi “Hep ağaçlara bakarım, ağaçlarla / Yaşadığım o Zaman, çocukluğumdur”. Ağaçlar sadece birbirleriyle konuşmuyor gizlice. İnsanlardan da dostları, arkadaşları oluyor. Ağaçlara dokunmak gerilimi, dinginliği, sabrı, hayatı ve tabiatı anlatır bize. Yıllarca dokundum ağaçlara, konuştum onlarla, koyu muhabbetim oldu. Büyük bir hevesle başladığım, bazen bu hevesim geçtiği anlarda da terk etmediğim bir arkadaşlık bu. Bir his kaplar sizi, bütün güzelliğiyle içinizde durur. Bir ağaca böylesine dokunabilmiş olmanın hissidir bu. Ben kendimi ağaçlarla konuşan bir Attar gibi hissettim hep. Bu konuşmanın hakikatine ulaşmak için tabiatın ve şiirin çağırdığı yere gittim. O gerilimi ve heyecanı yaşadım. Bunları yazıya ve şiire dönüştürdüm zaman zaman. Attar’ın Ağaçla Konuşması gibi mesela. Kimilerini dergilerde yayımlattım kimileri de bilgisayarımın kara kutusunda duruyor. Her ikisi de birer dosya boyutunda kitaplaşacağı günü bekliyor. İnsan için tabiat hem kendisiyle derin hem sıradan konuşulabilendir. Ben hayatım boyunca sıradan, kendi kuytusunda, kendi derinliğinde düzgün bir insan olarak yaşamaya çalıştım. Öyle yazdım şiirlerimi. Ben ‘kandamlası çiçeği’nin adını şiir koydum. Ağartırsa yüzümü bu duruşum ağartacak? Büyük şeyler yazmadım. Zaten büyük şeyler yazmak çok başka bir şeydi. Böyle bir derdim olmadı. Sanırım büyük şeyler yazmak da insanın yazgısıyla alakalı. Ben basit, küçük şeylerin peşinden koştum, onların hikayesiyle ilgilendim. Basit görünen şeylere mesela köküne çamaşır suyu dökülerek kurutulan ağaçlara, her yıl ölen ve içimizde hikayeleri kalan çiçeklere üzüldüm, üzülürüm. Sanki şehitlerimizin gözünden sızarak gelmiş ve yüreğimizi yakan bir hikaye bu. Ama basit, sıradan gelir birçok insana. Yüreğimizin hem yaralanabileceği hem çiçek gibi solabileceği bir gerçek. Tabiat en iyi ilaç.  Ruhumuzu beslememiz gerekiyor. Sevgi, arkadaşlık, dostluk, saflık nedir? Bunu anlamanın yolu tabiattan geçiyor.

Sadece çocukluğumun birikenleri değil ayrıca rahmetli Fethi Gemuhluoğlu’nun ‘Dostluk’ üzerine irticâlen yaptığı harikulade konuşma da ilk okuduğumdan beri etkili oldu ağaçlarla selamlaşma, ağaçlarla konuşma ve ağaçlar üzerine yazma konusunda. Ne de olsa ağaçlar çocukluk arkadaşımdı. Belki bu kabullenişte önünde ağaçlar olan bir evde büyümemin de bir etkisi vardır? Çünkü bahçemizdeki ağaçlara sevgi, saygı, ayrı bir muhabbetim vardı. Hani ne diyordu o mübarek zat, o muhteşem konuşmasında: “…insan fikre dost olunca tarihe, coğrafyaya, ormana da dost olur, ağaca da dost olur.” Evet, ağaca dost! Dost selam verendir, aynı yola çıkandır, konuşandır, dertleşendir. Sizin kendinizi bir ağacın gövdesi, dalı, kabuğu, reçinesi, çiçeği, meyvesi hatta kurdu yerine koyduğunuz hiç oldu mu? Ben ağaçlarla konuştukça kendimi hep bunlardan biri sandığım çok oldu. Siz, siz olun, kendiniz olun, ağaçlarla olun. Ağaçlarla olduğumuzda daha bir kendimiz oluyoruz. Kendimiz olduğumuzda sadece insanla değil her şeyle, diğer varlıklarla da barışık oluyoruz. İşte bu barışıklığın bir gereğidir ağaçları sevmek, ağaçlarla konuşmaya başlamak.

Ağaçların dilini, sesini, felsefesini, duasını, zikrini katmak istedim hep içimdeki tenhalığıma, dışımdaki kuytuma, şiirime. Bana iyi geliyor yüreğimi bir orman yapan bu hal, bu anlayış.  İyi geleceğini düşünüyorum insan kalan herkese de.

Yüreğimiz bir okka çiçek

İsmail Karakurt’la Söyleşi

İsmail Karakurt: “Ağaçların felsefesini, duasını, zikrini, sesini kattım hep sadeliğime, kuytuma, içimden doğana. Bana iyi geliyor “yüreğimi bir okka çiçek” yapan bu hal, bu konuşma, içime bir güzelliği yerleştiriyor. İnsan kalan herkese de iyi geleceğini düşünüyorum”

HALE KAPLAN ÖZ, 9 Ağustos 2018 Perşembe 07:00

İlk şiir kitabı Simurg, 1992 yılında Yazarlar Birliği Şiir Ödülü’ne layık görülen şair İsmail Karakurt’tan yeni bir şiir kitabı geldi: Çiçekli Yazma. Hece Yayınları tarafından okura sunulan kitabın hareket noktası doğa ve aşk. “Tabiatla konuşmayan insan kendisiyle konuşamaz. Kendisiyle konuşmayan içindekini susturur. Ruhumdaki fırtına, kaburgalarımda hissettiğim ağrı ve gönlümü titreten ses şiire dönüştü Çiçekli Yazma’da” diyen şairin ağaç konuşmalarından çok etkileneceksiniz.

l Doğanın şarkısı, insanın yazgısıyla elele şiirlerinizde. Neden bunca ağaç konuşması, neden “yüreğimiz bir okka çiçek”?

Şiir bir yazgı, bir nasip işidir. Başka bir deyişle kendimi ifade etme sebebimdir. Tabiat, mesafeler, bozkır benim yazgımdır. Yozgat’ta, bir köyde doğdum. Kırlarda dolanmayı severdim, bahçelerde olmayı. Yemlikler, çiğdemler topladım. Peygamber çiçeklerinden bileklikler yaptım. Hayvanları otlattım. Okulumu, arkadaşlarımı, Osman dayımın Almanya’dan getirdiği kurşun kalemleri, kimin verdiğini hatırlayamadığım tahta çantamı çok sevdim. Buğday tarlalarının arasında yürüdüm, ılık rüzgârlar yüzümü yaladı. Serçeler, tarlakuşları yoldaşım oldu. Otları, iğde çiçeklerini andıran kurumuş hardal çiçeklerini inceledim; sütleğenleri, devedikenlerini, çıtlıkları… Güneş çok öptü beni, uçurumları takip ettim. Dünyanın en güzel müziği başakların hışırtısından geliyor biliyor musunuz? Bu sesi defalarca dinledim. Her dinleyişim bir incelik, sabır kattı bana. Yaprakların açılımını merak ettim. Beton ve naylonun hayatımızda tam yer almadığı, şehirlerin büyüsünü kaybetmediği, daha şiirin ne olduğunu bilmediğim zamanlarda, kırların sonsuzluğunu seyrettim bir çocuk bakışıyla; metafiziğini, gerilimini, dinginliğini, sesini, ulumasını dinledim tabiatın. Böyle anlarda ruhun ucu bucağı olmuyor. Ovaya yazıya gitmeden, tabiatla konuşmadan duramadım. Bana, önüme bir coğrafya, bir çığır açtı bu konuşmalar. Bir gerilimi, bir heyecanı, bir fırtınayı yaşadım. Tabiatla konuşmayan insan kendisiyle konuşamaz. Kendisiyle konuşmayan içindekini susturur. Ruhumdaki fırtına, kaburgalarımda hissettiğim ağrı ve gönlümü titreten ses şiire dönüştü Çiçekli Yazma’da. Bozkır benim ruhumdu, bende kökleşti, şiirime yansıttım ruhumu. Attar’ın Ağaçla Konuşması gibi mesela. Çocukluğumdan birikenlerin yanı sıra Rahmetli Fethi Gemuhluoğlu’nun “Dostluk” üzerine yaptığı harikulade konuşma da ilk okuduğumdan beri etkili oldu ağaçlarla selamlaşma, ağaçlarla konuşma ve ağaçlar üzerine yazma konusunda. Hani ne diyordu: “…insan fikre dost olunca tarihe, coğrafyaya, ormana da dost olur, ağaca da dost olur.” Evet, ağaca dost! Dost selam verendir, aynı yola çıkandır, konuşandır, dertleşendir. Ağaçların felsefesini, duasını, zikrini, sesini kattım hep sadeliğime, kuytuma, içimden doğana. Bana iyi geliyor “yüreğimi bir okka çiçek” yapan bu hal, bu konuşma, içime bir güzelliği yerleştiriyor. İnsan kalan herkese de iyi geleceğini düşünüyorum. Böyle daha yaşanır oluyor dünya.

l Şiirinizin sesini böylesine lirik bir tınıya büründüren mekânsal bağlamı sanırım. Duvarların olmadığı bir şiir bu… Ne dersiniz?

Ne güzel bir tespit efendim: Duvarların olmadığı bir şiir! Bir, ne yaptığını bilmek güzel şey. İki, uzun bir süreç bu. Otuz yıllık. Şiir de tarih gibi, medeniyet gibi uzun bir süreç meselesi. Bütün birikimler belli bir süreç istiyor. Mesela şiirde söyleyişin, geleneğin bir çırpıda ortaya çıkmadığı gerçeğine ulaşırız. Beni harekete geçiren şey o ilk an, bir cüret, bir çarpmadır. Bu cüretle, bu çarpmayla tabiatta yakaladığım sesi lirizme, ruhumdan bilince doğru akan bu şeyi lirik bir tınıya dönüştürerek sözümü uzun bir zamana yaymaya çalışıyorum. Şiir öyle bir dil ki, canımızın içindeki alevi, ruhumuzu koşturacak mekânları ve dokunacağı yürek zarını mutlaka buluyor. Hani baştan söyledim ya, ben bozkırın havasıyla, bozkırın gökyüzüyle gezen bir adamım. Özellikle bozkır, çocukluk, merhamet, gurbet, keder, bunaltı değil ama bu, yalnızlık olmazsa olmaz tematik unsurlardır şiirimde. Bunları göz ardı etmeden okurda bir iz bırakmak, tat bırakmak için kendime göre duru bir dil ile şiiri yazıyorum. Bana Türkçedeki lirik duyuş daha makul geliyor. O kanalda buldum kendimi, dilimi, şiirimi. Şiire bakışımın bir sonucu olarak, şiirimin sesini lirik bir tınıya ve estetik bir kumaşa büründüren mekansal bağlamdan bunun anlaşılması gerekiyor.

l Çiçekli Yazma dördüncü şiir kitabınız. Onu diğerlerinden ayrı tutan bir hikâyesi var mı merak ediyorum…

Çiçekli Yazma’nın uzaklarda çiçek açan ayrı bir hikâyesi var ama o hikâye bende kalsın. Çiçekli yazma, şiirsel çağrışımın, imge gücünün, duygu değerinin yanı sıra yerliliğin, Anadolu kimliğinin folklorik özelliklerinden. Eskiden ergenliğe girmiş, evlilik yaşına basmış kızların simgesi yazmaların sosyal bir dili vardır. Bu dil ile kızlar, “ben artık evlenebilirim, bana görücü gönderebilirsiniz” mesajını verirdi. Zaman içinde kadınlarımızın, kızlarımızın ruhlarını, göçebe ruhlarındaki fırtınayı, yüzlerce yıllık yazgılarını, gurbetten okuduklarını, sırlarını, yaralarını, özlemlerini, emeklerini, nazlarını, sevdalarını bütün renkleri ve etkileyiciliğiyle yansıtır hale gelmiştir oyalı, çiçekli yazmalar. Kuşdilini bilmeyenler, rüyaları yorumlamayanlar bunca uçan kuşa, bunca kervana rağmen bir iğne deliğinden geçip bu mahrem dili bilemez. Bu dil, içimde gezdirdiğim hikaye, bende bir şiir yazma arzusu olarak doğdu. Bu arzu Çiçekli Yazma ile bir metne, bir varlığa dönüştü.

l “Gide gide bu ülkenin şiirine varırsın” bu çok coşkulu bir ifade ve şiirinizin ufkuna ya da sınırlarına dair ipuçları barındırıyor…

Sevgi hareket noktası. Şiir sevmeyi öğretir insana. Kötülüğe dur, der. Ülkemi seviyorum. Bunda şiirin de katkısı büyük. Ben Türküm ve bu ülkenin şiirini yazdığımı düşünüyorum. Türkçe, bir nasip işidir. Türkçe yazmak, Türk’çe duyuştur! Bozkırda açan yaban çiçeklerinin, ağaçların, serazat yılkıların, artık göklerimizde uçmayan turnaların, kayalıklardan sıçramayan ceylanların şiirini yazdığımı düşünüyorum. Bunlar da bu ülkenin hakikati ve şiiri. İllaki darbeden, şehadetten, hamasetten bahsetmek gerekmiyor. Şefkat, merhamet, vefa, dostluk, sevgi, saygı gibi erdemlerdir aslolan. Ben bunun hakikat olması için bazen ovada, bazen yazıda yabanda bir sesi takip ettim, uluyan bir sesi. Bir kayanın üzerine çıkarak ya da alıç ağacın gövdesine yaslanıp o sesi duymak Hızır’la buluşmak gibi bir şeydi. O ses Hızır’dı ve size bu ülkenin sesini, dilini ve şiirini verecekti. Neticede Türk şiiri nasip işidir. Çiçekli Yazma, benim açımdan bir nasip meselesi. Türk şiiri içindeki varlığımın bahanesi. 

l “Bazı Sözcükler” şiirinde şairleri kader, nasip, gök, bulut ve yol gibi takip eden sözcüklerden bahsediyorsunuz. Kader gibi takip eden sözcüklere gelince susuyorsunuz, neden? Başka şiirlerde de şairlerden alıntılar, isimlere göndermeler söz konusu. Kaynaklarınızı, biraz da bunları konuşsak…

Yerine göre susmak da şiirdir. Ama ben susmuyorum ki? Bu sözcükler benim adıma farklı farklı şiirlerde konuşuyor zaten. Söz konusu şiirde, benim zihniyetimi, şiir zevkimi ve hassasiyetimi, başka bir ifadeyle şiir izleğimi temellendiren sözcükleri topladığım kabul edilebilir. Çünkü bu sözcükleri kazıyarak gidiyorum şiirime. Her sözcük, dokununca kokusunu yayan fesleğen gibidir. Dokundukça kendimi bulduğum, ruhumla örtüşen sözcüklerden, imgeye dönüştürülmüş yeni bir dil, yeni bir evren çıkıyor ortaya. Bu sözcüklerin şiirini yazarak temalarımı ele veriyorum. Ben bunlarla varım, daha ne olsun?

Ülkemin has şairlerine, yazarlarına ön yargısız yaklaştım, onları elemeden okumaya çalıştım. Dünya şiirini de. Yerli ya da yabancı müziği de şiirlerime konuk ettim. Yunus’tan Karacaoğlan’a, Sezai Karakoç’tan Cahit Zarifoğlu’na, Sohrab Sepehri’den Lorca’ya, Abbas Sayar’dan İlhami Çiçek’e, Muharrem Ertaş’tan Bayram Bilge Tokel’e, Feyruz’dan Yasmin Levy’e Lhasa de Sela’dan Marissa Nadler’e birçok isim bana enerji verdi, beni harekete geçirdi, şiirimi besledi.

Star Kitap eki,  9 Ağustos 2018 Perşembe

https://www.star.com.tr/kitap/yuregimiz-bir-okka-cicek-haber-1373435/

Video Şiir

Bakış Boşluğu şiirine gelirken…

EV İÇİN BİLDİĞİM TEK ŞARKI

sen yaşıyorsun diye
yaşadığın eve adıyorum bu şiiri
sen yaşıyorsun diye
seviyorum yaşadığın evi

İsmail Karakurt
Hece dergisi, sayı 278, Şubat 2020